Sessiz Çığlıklar, Yanan Ormanlar ve Umudun İzinde
Gündem dediğimiz şey aslında bir toplumun nabzıdır. Bugün Türkiye’nin nabzını yokladığımızda karşımıza üç büyük başlık çıkıyor: Kuruyan göller, yanan ormanlar ve yargıya güven sınavı. Bu üç mesele birbirinden farklı gibi görünse de, aslında aynı sorunun etrafında birleşiyor: sahip çıkmak.
Beyşehir Gölü’nün Sessizliği
Bir gölün çekilen suyuna sadece “doğa olayı” deyip geçebilir miyiz? Beyşehir Gölü, yüzyıllardır hem balıkçının ekmeği, hem kuşların yuvası, hem de bölge halkının nefesiydi. Bugün kıyıdan kilometrelerce geri çekilmiş su, aslında bize suskun bir çığlık atıyor: “Tükeniyorum.”
Bu tükeniş, sadece bir gölün değil, bizim de geleceğimizin tükenişi demek.
Ormanların Küllere Dönüşü
Antalya’da çıkan yangınların büyük kısmı, bir mangal ateşi ya da söndürülmeyen bir izmaritten kaynaklanıyor. Koca ormanları kül eden şey aslında küçücük bir ihmal. Biz doğayı “emanet” değil de “tüketilecek kaynak” gibi gördükçe, her yaz aynı acıyı yaşamaya mahkûm kalıyoruz.
Oysa doğa bize düşman değil, en büyük müttefikimiz. Onu korumak, aslında kendimizi korumak.
Adaletin Yükü
Bir yanda yolsuzluk iddialarıyla sarsılan belediyeler, diğer yanda güvenlik güçlerinin yürüttüğü operasyonlar… Toplumun zihninde tek bir soru dönüp duruyor: “Gerçekten adalet var mı?”
Adalet, bir binanın temeli gibidir; çatladığı an, üstüne inşa edilen her şey çöker. Güven duygusu zedelenirse, toplum da ayakta kalamaz.
Son Söz: Umut Nerede?
Kuruyan göller, yanan ormanlar, tartışmalı davalar… Evet, bunlar karanlık tablolar. Ama unutmayalım ki umut, çoğu zaman en karanlık gecelerde doğar. Bir gölü yeniden yeşertecek şey, suyun geri dönmesi değil; bizim bilinçli adımlarımızdır. Ormanları koruyacak şey sadece itfaiye değil; bizim sorumluluğumuzdur. Adaleti ayağa kaldıracak şey de mahkeme salonları kadar, toplumun vicdanıdır.
Bugün Türkiye’nin gündemi ağır. Ama her ağırlığın içinde bir davet vardır: Daha dikkatli, daha sorumlu, daha adil olmaya davet… Belki de asıl gündem, bu daveti duyup duymadığımızdır.
